Otele gitmeden Budapeşte’nin 20 km kuzeyinde yer alan turistlerin uğrak mekanı, 19. yyda Osmanlıdan kaçan Sırpların yerleştiği daha sonra bir çok felaketin de olduğu terk edilen kasaba, sonraki yıllarda Macar sanatçılar tarafından Sanat Kasabası haline getiriliyor, 18 ve 19. yydan kalan özgünlüğünü koruyan yapılar ve müzelerle çok ilgi çekici benim de tek başına dolaştığım yarı yolda karşılaştığım yol arkadaşım Ahmet’le fotoğrafladığımız güzel anılarla ayrıldığımız Budapeşte maceramızın başlangıç kasabasını görüyor, alışveriş yapıyoruz.
1.Gün
Yaşım sekiz belki yedi buçuk hatırlamıyorum tam olarak ama o yaşlardayım ..:) Babam elime kocaman harfleri olan bir kitap iliştiriyor zaten zor okuma-yazma öğrenmişim heceleyerek okuyorum P-a-l S-o-k-a-ğ-ı diye işte kitabı bitirip gözümdeki küçük damlaları elimin tersiyle sildiğimde kafama takmıştım Budapeşte’yi.. Pal Sokağı Çocukları sayesinde tanıdığım denize kıyısı olmayan Tuna Nehri’yle bütünleşen Atalarımızın izlerini taşıyan Buda ve Peşte’nin birleşmesiyle oluşan sıcak şehri.. Kalbimde heyecan, şehre ayak basıyoruz.. Şehir, Buda ve Peşte olmak üzere iki bölümden oluşuyor, şehrin sessizi Buda tarafı, şehrin renklisi Peşte Tarafı.. Güneş batmadan şehrin simgesi olan Gellert Hill tepesine doğru çıkıp Özgürlük Anıtı elinde defne dalı heykelini tutan Citadelle heykelini ziyaret ediyoruz, tepeden aşağıya inerken Tuna’nın silüeti bizi karşılıyor ona bi güzel selam çakıyoruz ve elimizde haritalarla Pal Sokağı Çocuklarının oynadığı ve heykellerinin yer aldığı sokağa doğru keşfe çıkıyoruz, sokağa giderken hükümet binasını solumuza alıp Buda tarafından şehrin en eski köprüsü olan Chain Bridge Köprüsü üzerinden geçiyoruz.
Ünlü Köprü üzerinde yer alan Aslan heykelleri ile ilgili rivayetler aklıma düşüyor. Yapının mimarı aslanları yaparken dillerini yapmayı unutmuş ve işini bitirdikten sonra hiçbir hata olmadığını bulan olursa kendisini öldüreceğini iddia etmiş. Aslanların dillerini yapılmadığını küçük bir çocuk farkedip söyler ve bunun üzerine mimar kendisini asar.. Tabii bu rivayet bazı kimseler de böyle bir şey olmadığını söyler ama sevdim ben bu hikayeyi renk kattı benim öyküme.. 🙂 Köprüden geçtikten sonra şehrin meşhur caddesi Vaci Utca’ya doğru devam ediyoruz elimizde harita gözümüz tabelalarda… Ortam hareketli, sokaklar canlı, restorantlarda Macar Müziği nağmeleri benim gözüm Josefvaros Caddesi’nde yer alan Prater Utca sokağında bulunan Pal Sokağı Çocukları heykellerinde.. Şimdi şaşıracaksınız Pal Sokağı’da var fakat çocukların oynayıp Nemecek’in öldüğü sokak Prater Utca.. Devam ediyoruz vakit daralıyor yüzüm hafiften düşüyor benim kızlarla inatçı ve ısrarcıyız ama hava kararmış kimse tam olarak bilmiyor elimizdeki haritaları yedik sindiremiyoruz.. Derken artık geri dönelim dedik ve tam geri dönüş yolunda Prater Utca tabelası!!!! Tanrım dedim kızlar bana ‘çığlık atmayasın sakın’ dediler o anda yanımdan yaşlı bir teyze geçiyordu ona iyi akşamlar deyip selamlaştık ve her şey ondan sonra oldu.. Önce Nemeçek’i sonra diğerlerini gördüm bastım bir çığlık! yüzümden fışkıran Neşe . Ölsem unutmam kendimi teyzeyi de ürküttüm tekrar affola be teyzecim 🙂 Bulduk heykelleri, ben çocukluğumdayım sanki sevinç naraları atıyorum yol arkadaşlarım gülerek beni izliyorlar şuan yazarken o anları yaşıyorum keyifle fotoğraflarımızı çekip hiç ayrılmak istemesem de saatler geç kalacağımızı gösteriyor heykellere baka baka sokaktan istemesemde ayrılıyoruz. Tuna’ya doğru sol tarafımızda Yahudi Anıtı olan Tuna Nehri kıyısında ardı sıra dizilip vuralarak Nehre düşen askerlerin ayakabıları geliyor aklımıza tam o anda karşımızda Budapeşte’nin Küçük Prens heykeli çıkıyor aklıma Küçük Prens’in sözü geliyor ‘Mutluluğun yolu büyümeye cesareti olanlar için açılır’ diyorum ve çöküyorum yanına ona dokunanın tekrar Budapeşte’ye gelme ihtimali varmış dertleştikten sonra dizini şöyle bir sıvazlıyorum belki yolumuz tekrar düşer diyorum inceden kulağına, yola devam ediyorum kendimi bu akşamda şanslı ve neşeli hissediyorum.. 🙂
Geceyi noktalamadan şehrin yine önemli yapısı olan Matthias Kilisesi’ne çıkıyoruz, tam karşımızda şehir ışıklandırmaları ile daha da anlamlı olan Hükümet Binası ve Chain Bridge köprüsü yer alıyor, bıraksalar sabaha kadar oturup izleyeceğim ama bazı şeyler imkansız bu hayatta çünkü uykum geliyor.. 🙂
2.Gün
Sabahın erken saatlerinde uyanıyorum, gözlerimi açtığımda saat sekiz ya da sekiz buçuk, zamanla da anlaşma yapmaya gelmiyor ki.. Hemen hazırlanıp kahvaltıya iniyoruz kültürlerimiz farklı nerede annemin tazecik çayı, haşladığı yumurtası incecik kestiği domatesi, salatası.. Nasibimize düşene müvekkiliz, kaşifiz öncelikli amaç karın doyurmak.. 🙂 Toparlanıyoruz ve Budapeşte’ye kaldığımız yerden devam ediyoruz şehrin en önemli bölümünü oluşturan Ulusal Müze’yi de karşısına alan Kahramanlar Meydanı (Hösök Tere) tam ortasında Macar Ayaklanmasında ölenler için sembolik bir mezar bulunmakta, Meydana yarım daire şeklinde yerleştirilmiş sütunlar arasında Türklere ve diğer düşmanlara karşı savaşmış, Macar Kralların heykelleri bulunmakta, her heykel kaidesinde kişilerin hayatlarından kesitler yer almakta ve tam bu noktada bir de Cebrail Heykeli bulunmakta bu kadar tarihi bilgi ve hatıra fotoğraf çekiminden sonra yola koyuluyoruz yol uzun hayat kısa..:)
Yoldayken Budapeşte’nin 60 km kuzeybatısında yer alan Estergon Kalesi’nin önünden geçiyoruz aslında bilerek geçiyoruz, içerisine girmesekte görmek istiyoruz ve ekstra ücret ödemeden Osmanlı döneminde kuşatılmış türkülere konu olmuş kaleyi de anılarımızla birlikte sırtladıktan sonra yolculuğumuza devam ediyoruz.. 🙂
Budapeşte Şehir Rehberi için tıklayınız.